16 Ekim 2014 Perşembe

Çandır'da sonbahar

Üç aydan fazla süredir bu blogda yazmadım, bir türlü sıra gelmedi. Daha sık yazmaya niyet etsem de kendi akışında olduğu kadar...

Yaklaşık 45 gün süren köyden uzak kalış sonrasında son 10 gündür buradayız (Burcu ve ben) tekrar. Bu 45 günün üçte biri Çanakkale'de (Bülentlerin yapıyor oldukları ahşap eve yardım ederek ve diğer kimi dostları ziyaret ederek), üçte ikisi ise İstanbul'da geçti. Bu süreçte köyden epey kopmuş hissettim ve döndüğümde adapte olamayacağımdan korktum ama hiç de öyle olmadı. Yavaş hayatımız kaldığı yerden devam ediyor, büyük bir keyifle...

Bu arada buraya babamla geldik ve o birkaç gün kalıp gitti. Hem onun için dinlenme oldu hem biz de rahat ve konforlu bir yolculuk yapmış olduk hem de İzmir'deki dostlarımızın evlerinde kalmış olan birkaç eşyamızı almış olduk.

Bugünlerde ne mi yapıyoruz? Burcu keçe işleriyle (yük yıkama vs.), batik vs. şeylerle ilgileniyor; ayrıca dün yeni almış olduğu dikiş makinesi de eline ulaştı, atraksiyonlar bekliyoruz artık kendisinden. Ben pesto sos yapmak gibi yeni yiyeceksel güzellikleri deneyimliyorum (muhteşem olduğunu paylaşmalıyım), ayrıca bir şeyler okuyorum, bir de bugünlerde yeniden kitap yazmaya niyetlendim. Bugün-yarın bu işin başına oturmak istiyorum. Bundan başka, yazın oluşturduğumuz -ve laf aramızda pek de verim alamadığımız- bahçeyi bir miktar daha büyüttük ve evin diğer tarafına doğru uzattık. Zira diğer tarafa kış güneşi pek vurmayacağı için verimsiz olacaktı. Şimdi köylülerden biraz tohum vs. bulup bir şeyler ekmeye başlayacağız. Ha bir de bolca film ve dizi izliyoruz bugünlerde.

Ha bir de geçenlerde ilk kez yevmiyeyle çalıştık. Şu sıralar nar hasat ve sıkma zamanı. Tonlarca nar hasat ediliyor, ayıklanıyor, sıkılıyor, şişelenip soğuk hava depolarında tutuluyor ve yıl boyunca satılıyor. İşte bu sürecin ayıklama, sıkma safhasında bir günlüğüne çalıştık ve kırkar lira kazandık. Bahçe ve diğer işleri kolayladıktan sonra Burcu bir süre çalışmak istiyor (özellikle hasatta), bense istemekle birlikte emin değilim. Dün yolda karşılaştığımız Arif Abi daha sürekli birilerini istediğinden bahsetti çünkü ve iki buçuk yıldır hemen hiçbir konuda zora gelmemişken şimdi "tamam, ben bir hafta varım" gibi bir şey söylemek, söz vermek zor geliyor. Bu dediğim çalışanlara tuhaf gelebilir ama durum bu. Yevmiye elli lira falan olsa biraz daha motive hissedebilirdim gerçi. Bir de yazmak istediğim kitaba yoğunlaşmamı engelleyeceği için de çok sıcak bakamıyorum ama yine de belli olmaz.

Begüm de Bülent de burada değiller ama bu ay içinde dörtlünün tekrar bir araya geleceğini umuyoruz. Yaz aylarında da sürekli birilerimiz bir yerlerdeydi, dolayısıyla dördümüzün burada bir arada bulunduğu toplam zaman üç haftadan fazla değildir herhalde. Yalnız bir arada bulunduğumuz dönemlerde (dörtlü, üçlü veya ikili kombinasyonlarda) işlerin harika bir şekilde aktığından bahsetmek isterim. Bir gün dahi bulaşığı kim yıkayacak, yemeği kim yapacak veya kim odun toplayacak, bahçeyi kim sulayacak vs. diye konuşulmadı bu evde. O günün akışı içinde kendiliğinden halloldu yapılması gerekenler. Tabii bunun nedeni olarak uyumlu topluluğumuzdan bahsederken, -şimdilik- yapılacak az işimiz gücümüz olduğu için bunun da bu akışı kolaylaştırdığını eklemem gerekir.

Para ile ilgili durumumuzu da paylaşmak isterim. Salondaki küçük dolabın üstünde bir kutumuz var ve kendisi para kutumuz haline geldi. İsteyen ve durumu uygun olan kişiler (gelen-giden dostlarımız da dahil) oraya para koyuyorlar ve evin harcamalarını buradan gerçekleştiriyoruz. Sen az verdin, ben çok verdim vs. muhabbetlere hiç yer yok burada. Olan koyuyor, olmayan koymuyor. İlk zamanlarda kimin ne zaman, ne koyduğunu yazıyorduk ama sonradan -kendiliğinden- bunu da yapmamaya başladık. Bundan sonra nasıl devam eder bilmiyorum ama her halükarda parasal konularda böylesine hızlı yol almış olmak çok güzel.

Çandır hep çok güzel ama galiba sonbaharda bir başka güzel. Begüm de hep söylüyor zaten buranın en güzel zamanlarının Kasım civarı olduğunu. Kasım'a doğru ilerliyoruz işte ve içim huzurla dolu. Ötüşüp duran kuşlar, hala hayatta kalan tek tük cırcır böceği, hışır hışır dolaşan kaplumbağalar, ağaçlarda oynaşan sincaplar hayatı çok keyifli kılıyor. Zaten ormanın içinde olduğumuzu ve dört bir yanımızın ağaç, az ilerisinin göl olduğunu -ve ağaçların arasından göl manzaramızın da olduğunu- daha önce yazmış mıydım?

Günler böyle, keyifle ve şükür haliyle geçip gidiyor işte. İki ay öncesine dönüp kısaca bahsetmek gerekirse de kabullenmemiz gereken yüksek sıcaklık gerçeği ile karşı karşıyaydık ve doğal olarak tüm hayatı etkiliyor, bizi pek bir şey yapmamaya itiyordu. Sıcakla arası çok iyi olan Bülent'i hariç tutarsak, Begüm zaten Temmuz ve Ağustos'un çoğunda köyde değildi, Burcu'yla ben ise ayılıp bayılarak geçirdik o vakitleri. Bu arada çok fazla dostumuz geldi ziyaretimize ve mutlu olup durduk. Kimisi geçerken uğradı, kimisi bir iki gün kaldı, kimisi ise bir hafta. Bir ara gelen giden ve gelme ihtimali olanların trafiği o kadar yoğundu ki hem kimin ne zaman geleceğini hatırlamak hem de belli tarihlerde çok sıkışıklık olmasını engellemek için çevrimiçi bir excel belgesi bile oluşturduk ve durumu oradan takip ettik. Gerçi kimseye gelmemesini söylemek sorunda kalmadık ama takip açısından kolaylık oldu.

Çandır Candır!'da durumlar böyle şimdilik. Aşırı derecede keyifli ve mutlu olduğumuzu söyleyebilirim. Bekleriz...